9 Şubat 2015 Pazartesi

14 Şubat Şerefine; Neden İstanbul'da Aşk Yaşayamıyoruz?




Evet yanlış okumadınız. Şu ana kadar gördüğüm dünya şehirleri arasında en güzellerinden biri olan İstanbul;  aşkın en yaşanamadığı yerler adlı bir araştırma yapılsa ilk 10'da yerini alır.

Güzelliğinin ardındaki yoruculuğu maalesef aşk için yeterli zaman bırakmıyor insana. Örneğin siz Anadolu Yakası'nda oturuyorsunuz diyelim, sevgili namzetiniz ya da sevgiliniz de Avrupa Yakası'nda oturuyor. Hele bir de Beylikdüzü tarafındaysa siz de Maltepe'de falansanız daha ilişki başlamadan üstüne bir bardak su içebilirsiniz. Hadi diyelim iki taraf da ısrarcı ilişki konusunda, duygular güçlü yani, böyle alev alev... Maksimum bir ayda bıktırır İstanbul. Ben çok duydum arkadaşlarımdan "Abi kız ta Bahçeşehir'de oturuyor, iki kere gittim üçüncü de s.kerim böyle aşkın ızdırabını dedim bıraktım" diyen...

Kızlar farklı mı? Ya çocuk çok tatlı ama ben Çekmeköy'deyim o Merter'de oturuyor. İşi de orada. Benim de bu tarafta evim, işim. her şeyim.. İş çıkışı buluşsak, banyo yapsam buluşmadan saçımı kurutmam bir saat sürüyor, sonra karşıya falan geçemem yoruluyorum beeeeeen" diyen...

E araban olsa mesela, bu İstanbul'un trafiği var. Kızı ya da adamı göreceğim diye 3 saat yol gidersin, bunun bir de geri dönüşü var yani bir o kadar saat. Sabah işe gideceksin erken kalkman lazım, çok kalamazsın buluşunca. Birbirini görme zamanın her buluşmada hadi maksimum 1 saat olsun. Her gün görmek ne mümkün bu şartlarda. Haftada 3 gün görüşsen toplamda 3 saat yapar. Hadi hafta sonu fazladan dört saat daha gördün diyelim. yaptı mı sana 7 saat. Ayda yapar 28 saat. Bir insanı az da olsa tanımaya yetecek kadar yeterli bir zaman değil. Görüşmediğim zamanlarda araşırız, WhatsApp'tan falan mesajlaşırız diyenlerinizi duyar gibiyim...Whatsapp'dan falan mesajlaşmayın bence zaten hepten hüsran. Online oldun yazmadınlar, gördün cevap vermedinler. Toplamda 28 saate bile ulaşamadan son bulur. Demedi demeyin.

Hele araban da yoksa bir kere yandın. Metrobüste zaten lanet etmeye başlarsın bu ilişkiye. Zavallı kızlarımızın evden özene bezene süslenip çıkışları, çocuğun yanına varana kadar darmadağın olmuş makyaj ve saç başla sonuçlanır. Sonra dersin ki bu kız fotolarda daha güzel çıkıyordu. Çıkıyordu tabii, o fotolar daha evden çıkmadan yeni hazırlanmış çekiliyor. Saçı otobüs kapısına sıkışmadan, metrobüste pestili çıkmadan önce... Topuklu ayakkabı ise ancak özel günlerde giyilebilen bir ayrıntı halini alıyor.
Yollar delik deşik, toplu taşıması bir kabus olan İstanbul'da tıkır mıkır sokaklarda dolaşmak, önemli bir randevuya gitmek ancak Levent'te oturup Kanyon'da buluşmaya gidersen falan mümkün... Yani her buluşmada topuklu giyinmiş seksi kızlar beklemeyin diye söylüyorum.

Hadi diyelim çiftler iddialı, ateş bacayı sarmış. Birbirlerine olan aşktan gözleri görmüyor. Diyorlar ki daha fazla bir arada olmak için evlenelim. E malum Türkiye, insanların birlikte yaşayarak birbirlerini tanımaları maalesef çok az kişiye nasip olabiliyor. Sırf aileler istedi diye evlenen de çok... Sonu ne peki, birbirini tanıdıktan sonra gelen ve maksimum 3 yılın sonunda gerçekleşen boşanma... Şimdi tabii ben bunların hepsinde şehir olarak İstanbul'u suçlamıyorum. Ama bu kadar yoğun, kalabalık ve zor bir şehir olmasının da etkisi büyük.İstanbul'da  ancak aynı mahalleden bir insanla ya da varsa yakışıklı/güzel bir alt komşun onla sağlıklı ilişki yaşamak mümkün.






E hepsini geçtim. Haftada bir gördüğün insan mı sana daha ilgi çekici gelir, yoksa ofiste her gün gördüğün mü? Sonuçta hepimiz ailelerimizden, eşimizden, dostumuzdan çok ofis arkadaşlarımızla zaman geçiriyoruz. Zorunlu olsa da bu böyle. İçinde bize uyan biri oldu mu, vay hayatımızdaki ötekinin haline. Yani eskiler boşa dememiş, gözden uzak olan gönülden de uzak olur diye...



Bir de İstanbul'da seçenek çok. Mesela düşünsene memnun değilsen arkadaş çevreni bile yenileyebiliyorsun. Sevgili adayı bulmak, çok mu zor. İnsanlar uzaktakindense yakındakine odaklanmayı seçiyor mesela. İlgi de çabuk dağılıyor kısacası...

Yani hani görüşemediğimiz de düşünüyoruz ya. Gerçekten istese gelirdi beni görürdü diye... Hayır gelemez. Akşama kadar gudubet müdürünün suratını çekmiş, bir sürü işin altında ezilmiş, trafikte 3-4 saatini geçirmiş, pestili çıkmış... Kalkıp senin yanına gelemez. Sen de gidemezsin mesela aynı sebeplerden. Sonra söylenmeye hakkımız yok "beni istemiyor demek ki" diye. Ben söyleyim. İstemeye hali kalmıyor. En azından bu İstanbul için böyle.Çorum'da değiliz ki iş çıkışı arabayla 10 dakikada yanında olsun. Ya da ne bileyim Ankara İzmir bile daha kolay ama İstanbul'da zor kardeşim...

O yüzden herkes kendi mahallesini semtini, kendi yakasındaki en yakın yerde sevgili bulsun kendine.İyi bakın etrafınıza, kafanız önünüzde dolaşmayın semtinizde :) Diğer türlü zor ve yıpratıcı. Sonra hüsran falan filan... Ha! istisnalar vardır elbette ki. Ne mutlu onlara, onlar ne güzel insanlardır. Adeta bir Leyla ve Mecnun, Bir Ferhat'la Şirin ama gerisi için üzgünüm, gerisine sözüm "BU ŞEHİR GİRDAP GÜLÜM, BU ŞEHİR ZOR..."



4 Ekim 2014 Cumartesi

Kız Arkadaşlarımın Erkeklerle İmtihanı

Kendim anormal olduğum için midir nedir bilmem. Etrafımdaki arkadaşlarımın biri de normal olsun ya da başına normal bir şeyler gelsin. Yani öyle şeyler oluyor ki gülsem mi ağlasam mı şaşırıyorum. Geçenlerde bir arkadaşımın başına geldi bu anlatacağım şey. Yemin ederim filmde izlesek yok artık deriz.Bu kadarı da olmaz...

Neyse, olay şöyle gerçekleşiyor. Arkadaşım kendisini görüp beğenen ve görüşmek için çok ısrar eden bir çocukla bir gün yemeğe çıkıyor. Konuşuyorlar ediyorlar falan yemek bitiyor herkes evine. Sonrasında kız çocuktan hoşlanmadığı için görüşmek istemiyor. Olaylar buradan sonra başlıyor tabii. Çocuk psikopata bağlıyor. Her gün arayıp kızı tehditlere başlıyor. Yok sen benle yemeğe çıktın, bana ümit verdin ben senden hoşlandım. Benle görüşeceksin. Yoksa iş yerine gelirim, seni rezil ederim diye baskı kuruyor. Arkadaşım da diyor ki "yani bak bir kere dışarı çıktık ve hoşlanmadım senden ne yapabilirim". Çocuk bombayı patlatıyor. Ben sana o gece yemek ısmarladım gönder o zaman parasını. Ya güler misin ağlar mısın.  Arkadaşım diyor ki gönder o zaman IBAN numaranı, hesabına havale yapayım yemek parasının yarısını. Abi çocuk bildiğin gönderiyor IBAN numarasnı. Bizim kız da hesaba havale yapınca sesi kesiliyor çocuğun. Para da para olsa, 35 TL için yaptığı rezilliğe bak. Ulan seni kız n'apsın be tok evin aç kedisi, aç köpek. Sonra bir de adamın diye geziyor bunlar ortada. 

Ya tam bunu konuştuk. Ben daha neler duyacağım acaba diye düşünürken bir arkadaşmın ayak parmağını kırdığını duydum. Dedim kıza geçmiş olsun diyeyim hem, hem de bir ihtiyacı varsa yardımcı olayım. Aradım konuşuyoruz telefonda. Bizimkisi hem gülüyor hem ağlıyor. Ne oldu diyorum. Aklımı oynatacağım ya diyor. Eski erkek arkadaşı ayak parmağının kırıldığını duyunca aramış eve gelmiş. Demiş sana bakayım biraz şimdi her yere kolay gidemezsin, her işini tek başına göremezsin falan. Bizimkisi sevindirik olmuş hemen. Zaten tam ayrılmamışlardı yani sürekli bağlantı halindeydiler. Her neyse, kıza demiş "yemek yapayım sana"  Arkadaşım da demiş ki " ya şimdi sen uğraşma hem evde de bir şey yok. En iyisi mi dışarıdan söyleyelim. Çocuk demiş ben dışarıdan alır gelirim. Kız da kendisi için geldi diye kredi kartını vermiş yemek alsın diye. Sonuç ne peki? Hazır mısınız bunu duymaya? Ben duyduğumda şok geçirdim. Çocuk bir müddet gelmemiş eve. Sonra gelmiş elinde yemek falan da yok. Kızın kredi kartıyla 6 taksite güneş gözlüğü almış kendine. Bizim kız neredeyse iç kanama geçiriyormuş sinirden. Çıldırmış tabii. Çocuk da karşıdan pişkin pişkin "amma ağladın, ödeyeceğim kızım" diye konuşup duruyormuş.

Yani bunları duyduktan sonra yemin ederim halime şükrettim. Yani beni de hep acayip tipler bulurum ama en azından ne ısmarladığı yemeğin parasını isteyen oldu ne de kredi kartımla  yemek almaya gidip taksitle güneş gözlüğü alıp gelen İnsanı terkedene, ağlatana şükredecek hale getiriyor bu erkekler. Gerçi bunun kadını erkeği yok. Bu cinsler insanlıktan nasibini almamış. Düşündükçe hem şaşırıyorum hem de bir gülme geliyor tövbe tövbe... Yani insan karabatak erkeklere bile şükrediyor. Allah sonumuzu hayır etsin, ama en önemlisi karşımıza iyi insanlar çıkarsın...


Karabatak Erkekler. Peki Neden?

Bugünlerde hangi arkadaşımla konuşsam aynı şeyden şikayetçi. Hepsi dengesiz erkeklere denk geldiklerinden, bir gün önce elini ayağını öpen erkeğin bir gün sonra telefonlarına cevap vermeyen, asla aramayan gizemli bir yaratığa döndüğünden bahsediyorlar. Gizemli yaratık kısmını ben kattım, çünkü bunu yapan normal bir insan olamaz. Bir de abartmayı severim...

Ne oluyor da bu erkekler karabatak gibi bir görünüp bir ortadan kayboluyorlar bilmiyorum. Geçenlerde bir erkek arkadaşa sordum. Dedim ki; yani madem gidecek ortadan kaybolacak birden. Arkadaşlarıyla tanıştırıyor, her ortama sokuyor. Sanki kız "he" dese yarın evlenecekler gibi, her dediğini yapıyor falan... Yani ne oluyor da birden ortadan kayboluyor? Madem kaybolacak neden kız dünyanın merkezindeymiş gibi davranıyor?  Cevabı çok ilginçti. "Kızı kolaya getirmek, kolayca eve atabilmek için güvenini kazanıyor. Ne olacak ki, sonradan olmaz der aramaz sormaz."
Yani hayatımda duyduğum en adi ve en dürüst cevaptı.

Bir insanın hayatına girmek, onun içini her şeyi yapmak gibi önemli paylaşımları bile bu kadar basite indirgeyerek bütün değerleri mahvediyor erkekler. Bir hafta on gün içinde göklere çıkarıyorlar. Sonra o çıkardıkları yerden öyle bir bırakıyorlar ki aşağı, paramparça ediyorlar ardından bıraktıklarını. Gel de yaraları sar sonra. Ya da sonrasında başkasına güven. Yani insan bencilliğin sınırlarını gün be gün aşıyor. Sonra yaralı yalancı ilişkilerle doluyor etraf. Yapmayın etmeyin biraz karşıdaki insanın düşüncelerine önem verin. Empati kelimesi de samimiyetini yitirdi ama gerçekten çok önemli. İnsan biraz da onun yerinde ben olsam nasıl hissederdim diye düşünebilse yalnızlıktan şikayet eden tüm o insanlar etrafta sevdiklerinin elini tutarak geziyor olurdu. Hatayı her zaman karşındakinde arama kendinde de ara. Kendinden yola çık önce... Olayları en iyi görebileceğin yer sen kendinsin... Hadi canım kardeşim şimdi git ve o kalbini kırdığın kızdan özür dile, neden ortadan kaybolduğunu söyle. Seni sevemedim de, elimden geleni yaptım ama olmadı. Seni aramamak bir şey söylememek hataydı de. Onu kafasındaki soru işaretlerinden kurtar. Hem sen de en azından kendi vicdanını rahatlatmış olursun. Ya da biraz bencil ol işte. Onun için yapmayacaksan bile kendin için yap.

1 Ekim 2014 Çarşamba

Hatalarımdan aldığım derslerden, sınıfta kaldım... İyi ki de kaldım.

14 yaşımdan beri günlük tutuyorum. Önceleri her gün yazarken sonraları ara ara yazmışım. ama malum büyüdük meşgul insanlar olduk. Sanki iyi bir şey. Neyse, arada dönüp okurum günlüğümü. Hem geçmişte ne kadar gerizekalı olduğumu görüp şu anki halime şükretmek için; hem de hatalarımdan ders çıkarmak için. Günlüğümde "geleceğe notlar" yazan bir de bölüm oluşturmuşum o sıralar. Şunu yap, bunu yapma falan yazıyor. Yani tabii ki benim gibi uslanmaz biri için tarih tekerrürden ibaret. Ne yapma yazdıysam hepsini tekrar tekrar yapmışım. Ya yeteri kadar dersimi almıyorum ya da yaptıklarımdan pişman olmadığım için aynı şeyleri yapmaya devam ediyorum sanırım. Onu tam ben de anlayamadım. Anlasam tekrarlamazdım herhalde.

Ha geleceğe notlar deyince öyle kafanızda mükemmel hayat tavsiyeleri falan belirmesin. Bir iki tane o tarz şeyler de var ama genelde şu şekilde şeyler var. Mesela "saçının önünü kakül kestirme, asla ama asla bunu yapma" yazmışım. üzerine iki kere daha kestirip ne kadar çirkinim diye ağlamışım.

"Her hastalandığında ya da başın ağrıdığında doktora gidip ölüyorum diye ağlama. Ölmüyosun işte. Bu kaçıncı. Tamamen. psikolojik" yazmışım. Bunu hala yapıyorum mesela. Hayır bi de neden acaba bildiğim halde hala yapıyorum onu da bilemiyorum.

"İnsanlara hemen güvenme. İyi insanlar da var OK ama herkese çabuk güveniyorsun sonra kalbini kırıyorlar. Biraz mesafeli ol" yazmışım. Tabii ki bunu da beceremedim. Zaten bir altında yazdığım maddeden de belli sözümü tutamamışım ki kendime daha sert çıkışmışım.

"Şu çeneni bir tut ya. Daha ilk beş dakikada insanlara hemen tüm hayatını anlatıyorsun. Çenen tutulsun. Sana insanlara güvenme demedim mi" Olaya bak. Bunu da hala yapıyorum. İnsanlara hemen güvenmeme ya da mesafeli olma eğitimi alabileceğim bir yer varsa önerilerinize açığım valla.

"Çamaşır suyu döktüğün lavaboya kahve dökme çok iğrenç kokuyo, önce çamaşır suyunu yıka" yazmışım. Ya bu ne saçma bi şey bunu neden yazmışım...

"Her şeyi tek başına halledemezsin, insanlardan yardım istemeyi öğren. Biri etmezse diğeri edecektir. Dene bakalım" Ya bunu mümkün değil yapamıyorum. Varsa yoksa ben köpek gibi yardım edeyim herkese, kendimi işe yaramış hissedeyim. İnsanlar benim sayemde mutlu olsun diye düşüneyim. Ama iş kendim için yardım istemeye gelince. Sıfır. Kendim için başkalarından bir şey isteyemiyorum. Başkaları için bile başkalarından bir şey isteyebiliyorum ama iş kendime gelince... yok... elde var sıfır.

Yani daha bir sürü madde var tabii. Bunlar böyle birkaçı. Asla ve asla uygulayamamışım. Madem uygulamayacaksın neden karar alıyorsun ki? Belli işte huylu huyundan vazgeçmiyor. Yine insanlara güveneceksin, yine seni hayal kırıklığına uğratacaklar, yine bin yerinden kırılacaksın. Yine o kahveyi unutup çamaşır suyu döktüğün lavaboya dökeceksin ve o pis havayı ciğerine çekeceksin. Çünkü hayat böyle. Öğretene kadar iyice bir dövecek seni. istediğin kadar not al ya da gelecekten 90 yaşındaki halin gelsin şunu yap bunu yapma desin yine de o hataları yapacaksın. Ha öğrendiğinde belki iş işten geçmiş olacak ama olgunlaşma dediğimiz şey yıllar alan bir şey. Çok düşünmeden gelişine yaşamak lazım.

Tıpkı Athena'nın şarkısında söylediği gibi...

Hayat benim her animi yasadikça sevesim var 
Aldirmam hiç yagmurlara 
Benim güzel hatalarim var 



17 Eylül 2014 Çarşamba

Erkeklerle İmtihan ve Erkek Tipleri

Biri kalbinizi kırdıktan sonra kalkıp da başka bir erkeğe güvenmek çok uzun zaman alıyor. Hatta güvenemiyorsunuz. Başkasına güvenmememin kendi özgüvensizliğimden geldiğini anlamam yıllar aldı. Hala da bu konuyu tam olarak çözmüş sayılmam. Ama en azından üzerinde çalışıyorum. Dışarıdan bakıldığında dünyanın en özgüvenli insanı gibi görünen ben, aslında içten içe kimsenin beni gerçekten sevebileceğine inanmıyordum. Çünkü hayatında bana en çok değer verdiğine inandığım insan bile beni epik bir şekilde terk edivermişti. Kendime acıyarak zaman geçirmemeye karar verdiğim an anladım ki ruhumda bıraktığı yaralar benim düşündüğümden daha büyüktü. Bu yaraları acilen tamir etmem gerekti. Benimle görüşmek isteyen erkeklerin hepsini geri çevirmeyecektim. En azından bir iki ideal olan vardı. Onlarla vakit geçirebilirim, tanıdıkça birbirimize alışırız diye düşündüm. Herkes adi değildi elbette. Zaten bir yandan beni strese sokan iş hayatımdan belki de tatlı bir gönül ilişkisi ile uzaklaşabilirim diye düşündüm.

Aldığım her karar bir felakatele sonuçlandığı gibi, bu kararım da bir felaketle sonuçlandı.
Tanımadığım kadar acayip erkek karakterlerle tanıştım. Sadece benim değil, arkadaşlarımın da görüştüğü erkekleri gözlemlediğimde anladım ki bunların hepsini ben zaten tanıyordum. Adeta klonlanmışcasına her yerdeydiler.Hatta hepsinin birer numunelik kopyası da  magazin dünyasında karşımızdaydı. Bu nedenle kendi kafamda herkesin anlayacağı dilde bir kodlama yaptım. Bu tanımlamalara göre arkadaşlarımla aşağıdaki tiplerden birini birbirimize söylememiz yeterli. Uzun uzun üzerine konuşmuyoruz bile artık erkeklerin. Karakterler ortada çünkü. Ya kaç uzaklaş. Ya kal tanı.


Bu kodladığım erkek tiplerini kısaca şu şekilde anlatabilirim size.


ENGİN ALTAN DÜZYATAN'GİLLER

Bu kategoriyi yeni açtım. Daha doğrusu update ettim. Aslında bu kategorinin adı Kıvanç Tatlıtuğ:'gillerdi. Ama baktım ki onun çok daha önüne geçen bir arkadaş var piyasada. Hemen adını değiştirdim kategorinin. Bu Engin Altan Düzyatan'giller sizin de tahmin ettiğiniz üzere yıllarca bir kızla çıkan ya da nişanlı kalan ama onunla bir türlü nikah masasına oturmayan arkadaşlardan oluşuyor. Sorarsan evliliği aceleye getirmez, hayatındaki kadın onun için çok önemlidir falan, böyle her yerde sevgisini gösterir. Sonra tabii evlilik çanları çalmaya başlar bi bakmışsın ki bu, püfff kaybolmuş. E tamam biriyle beş yıl çıktın diye evlenmek zorunda değilsin de yani niye nişanlanıyosun evlilik sinyalleri veriyosun o zaman. Ya da bu kız senin evleneceğin kız değildi beş yıl sonra mı anladın demezler mi adama? Hadi evlilik istemiyodun diyelim o zaman kızda ayrılman üzerinden daha bir yıl bile geçmeden adlı sanlı, şanlı şöhretli bir ailenin kızıyla neden göstere göstere, bağıra bağıra evleniyorsun. Sözüm sana değil sadece Engin Altan Düzyatan, senin üzerinden senin gibilere.Yani benim tüm hemcinslerime tavsiyem şu olacak, eğer gerçekten evlilik isteyen bir insansanız ve erkek arkadaşınız ilişkinin ilk bir yılı ardından evlilik sözü etmiyorsa bulduğunuz diğer dalı tutun onu bırakın. Çünkü bırakmazsan o dal sana dev girer. Söylemedi demeyin. Sonra her boş vaktinde her gece uykusu öncesinde kendini Facebook'tan Instagram'dan eski sevgilinin düğün fotolarına bakıyo olarak bulursun. Tabii istisnalar kaideyi bozmaz onu da ekleyeyim. Genel olarak bu Engin Altan Düzyatan'gillerden uzak duralım. Baktın nişan mişan uzatıyor. Kaç ve uzaklaş.


BURAK ÖZÇİVİT'GİLLER

Canlarım ya. Bunlar genelde hemen güveninizi kazanan, sizi her yere yanında götüren, ailesi ve arkadaşları ile hemen tanıştırmaktan çekinmeyen ve bu davranışı ile birden güveninizi kazanan erkek tipleridir Uzun ilişki insanı belki ama sadece ilişki yani. Fazlasını bekleme. Evlenir mi evlenmez mi bilinmez. Ama bir-iki yıl kız arkadaşı olursun yani. Sen "ay baksana beni annesi ile bile tanıştırdı,demek bana çok değer veriyooo" derken o çoktan senden sıkılmış ve gereksiz kavgalar ile günlük hayatı sana dar etmeye başlamış olabilir. Bunu görmezsen vay haline. Hala hiç bir şey yokmuş gibi sen Facebook'ta Instagram'da onunla fotolarını paylaşırken bi bakmışsın iş yerindeki Ayten ile işi pişirmiş. E onu garantiye alınca da seni terk edivermiş. Garantiye alınca diyorum, çünkü bu tarz erkeklerin en belirgin özellikleri maymun gibi olmalarıdır. Yani bir dalı tutmadan diğerini asla bırakmazlar. Aile ve arkadaş masalarındaki senden kalan boş yeri de Ayten veriverir aynı hızla. Bu tarz erkeklerin verdiği sahte güven duygusuna kapılıp da yelkenleri suya indirivermeyin. Durumları analiz etmeyi öğrenin, iş yerinde ya da etrafında güzel bir kız varsa ve her konudan kavga çıkarmaya ve sizle daha az vakit geçirmeye başladıysa bir şeylerden şüphelenme vakti gelmiştir. Ya kalıp savaşıp bırakmayacaksın -ki hiç tavsiye etmem- ya da tası tarağı toplayıp sen de yeni aşklara yelken açacaksın ki bu en güzel seçenek. Yeni her zaman iyidir.


ARDA TURAN'GİLLER

Bu da biraz Engin Altan Düzyatan'gillere yakın bi model erkek tipi. (hangisi bi diğerinden çok farklı ki zaten) Bu arkadaşlarımız da çıkar nişanlanır. İyi aile çocuğudur, neşelidir, sosyaldir herkese kendini sevdirir falan ama kız arkadaşına kurallar koyar. Kendi dünyanın  en sosyal en haşarısı olsun, orada burada boy göstersin ama kız arkadaşı nereye giderse onla gitsin, ya da yanına birini taksın, çalışmasın evde otursun, hatta işi bıraksın. Ha uymadı mı? Kız kendi mi olmak istiyor. Zaten bunun da canına minnet, hemen kızı yarı yolda bıraksın. "Yok arkadaş, benimle çıkmaya başladığındaki benle şu anki ben arasında fark yok. Senin işine gelmeyen şu an nedir?" diyemezsin bile hemen suçu sana atar, kendi mükemmeldir çünkü. Aman bırakın ya bu tipleri sakın yanaşmayın, ha sizi olduğunuz gibi kabul ediyorsa, o süper sosyal dünyasında size de yer varsa, o ayrı. Ama senden taviz isteyip kendi hiç zora gelemeyen bu arkadaşlara sadece "bye bye" deyin bence ve hiç vakit kaybetmeden uzaklaşın bu tiplerden. Azıcık kalan özgüveninizi de size kurallar koyarak yok etmesine izin vermeyin. Benden söylemesi. 

KIVANÇ TATLITUĞ'GİLLER

Çok az yazacağım bu tiplerle ilgili. Bu tip erkeklerin kafalarının takık olduğu her defasından dönüp dolaşıp yanında soluk aldıkları eski ve unutulmaz bir aşkları vardır. Herkeste onu ararlar. Ona benzeyen kadınlarla birlikte olurlar. Hep bir karşılaştırma yaparlar. A kişinsie gider  ayrılır yine bu ilk aşka döner. İlk aşkıyla yine ayrılır, sonra gider B kişisine. B kişisiyle bakarsın sevgili falan her şey yolunda, hop yine ayrılıp soluğu ilk aşkının yanında almış. Vallahi bu olayın bir sonu olur mu, bu tip arkadaşlara ne olur bilmem ama, bunlara benzeyen yakın arkadaşlarımdan bildiğim kadarıyla evlense çocuk sahibi olsa da o gitmeli-gelmeli ilk aşkı bir türlü unutamaz. Ha belki işin büyüsü kavuşamamaktadır onu da bilmiyorum. Ama çok kızamıyorum bu tip erkeklere. Çünkü bazen ne kadar sevsen de olmaz. O da n'apsın işte arada gider gelir düzelir mi diye.E olmuyorsa da önüne bakmak lazım. Başka konularda uyuşuyorsanız bu modellerle ilişki olabilir. Çünkü kanımca tek istedikleri sevmek ve sevilmek. Belki değildir beni de kandırmışlardır ama ben böyle düşünüyorum.

Bunun gibi daha çok sıralarım ama  temel konulardan gitmek istedim. Hem her insan ve her ilişki biraz şahsına münhasır aslında. Genel geçer üzerinden bu kadar genelleme yeter. Yoksa valla bırak bir blog yayını yazmak kitap yazılır bunlardan. Haaa! o kadar yazdın hiç mi iyi erkek yok derseniz. Tabii ki var. İşte onlar;

BURAK SAĞYAŞAR'GİLLER

Yani yarın bir gün evlenir evlenmez, gider aşka birini bulur belki aldatır bilemem ama. Bir erkeğe baktığında yanındakini ne kadar sevdiğini ne kadar değer verdiğini gözlerinden anladığınız erkekler vardır. İşte bunlar Burak Sağyaşar'gillerdir. Kız arkadaşının elinden öyle bir tutar yanında öyle bir durur ki kız arkadaşı yanında parlar. Kızın duruşundan anlarsın adam ne kadar değer veriyor ona ve ne kadar mutlu ediyor onu. Kızın adını her söylediğinde bile sesine yansır sevgisi, ona her bakışında anlarsın ve istemsizce aklından geçer "ne güzel bir çift" dersin. Onları ayrı ayrı görmezsin çünkü iki kişi olarak görürsün. 




NOT: Bu yazıyı evlenen erkek- evlenmeyen erkek diye yazmadım. Sonuçta her ilişki sonunda evlenen erkek iyi erkektir diye bir şey yok. İlişki boyunca olduğu kadar ayrılık sonrasında gösterilen tavırlar da bir erkeğin ilişki için iyi olup olmadığının göstergesidir bence. Bu noktaya dikkat ederek yazıyı okuyup yorumlamanızı rica ederim. Ayrıca burada kullandığım isimler sadece kodlama, kişileri magazinden bildiğim kadarı ile gerçek hayattakilerle linkledim o kadar. Onları hedef aldığım falan da yok. Çemkirenler falan olmasın şimdiden söyleyeyim.
Sevgiler

8 Eylül 2014 Pazartesi

Ofis Tipi Kadınlar

Madem bu kadar ofisteki kadınlardan bahsettik. Biraz da bu ofislerde çalışan kadın profilinden bahsedelim. Bu bahsedeceğim kadınlardan her ofiste en az bir tane olduğundan emin olacak kadar fazla iş yerinde ve kadınla çalıştım. Eksiğim olabilir ama asla fazlam yok. Öyleyse başlayalım.

KEDİ ANNELERİ
Ah canlarım ya! Bunlar için varsa yoksa kedileri. Yani nasıl çocuklu anneler 7/24 çocuklarından bahseder, bu modeller de sürekli kedilerinden bahseder. Tamam hepimiz seviyoruz hayvanları. Koruyalım, kollayalım, evimize alalım bakalım, yemeyelim yedirelim de; ben işimin ortasında sürekli senin kedinin fotoğraflarına bakmak zorunda mıyım arkadaşım. Yalandan "ayyy ne tatlı" falan desem de, kırılma diye yapıyorum. Ama yeter bu da can. Kedi, kedi, kedi, akşama kadar yeter. Hatta bir keresinde bir müdürüm vardı. Dünyanın en uyuz insanıydı kendisi. Sabah günaydın demeden önce bile bunu yumuşatmak için kedisini sormak zorundaydım. Kedi ile güne başlarsa birden yumuşuyordu. Sizi kedi fotolarınız ve videolarınızla birlikte magmaya göndermek istiyorum. Yeter be nefret ettirdiniz hayvandan.



SÜREKLİ DİYETE BAŞLAYAN BALIK ETLİLER

En sevdiğim tombullar bunlar. Her pazartesi diyete başlarlar. Her yeni yıl, her bayram sonrası ve her ayın birinci günü de tabii... Hedefler koyarlar. 4-5 kilo verseler yeter diye düşünürler. Öğlene kadar her şey yolunda. Öğlen sancılanmalar başlar. "Ay bir çikolatadan bir şey olmaz daha gün ortası. Akşam olsa yemem." diye konuşmaya başlarlar. Bari Salı'yı görseydin be tombulum. Ye bari, n'apcan. Sen diyet için gelmemişsin bu kahpe dünyaya, yemeye gelmişsin. Ye ye lop lop et olsun, yarasın.







IPHONE'LU ANNELER

Evet yılın annesi, sadece senin çocuğun var ve o harika bir çocuk. hepimiz her gün onun ağzı yüzü yemek içinde kalmış, çeşitli cicili bicili kıyafetler giydirilmiş olarak çekilmiş fotolarını görmek için can atıyoruz. Hele poposunu sallaya sallaya dans ettiği videosu ve daha onlarca videosu yok mu? Bir gün görmesek uyuyamayız. Bayılıyoruz. Çünkü inan ki ofiste başka işimiz yok. Bu iş yerine bunları görmek için geliyoruz.Yapma yalvarırım yapma. Düş yakamızdan. Çocuk istesek yapardık. Kısacası, bu Iphone'lu anneler düşman başına. İnsanın varsa bile çocuk yapma hevesi kalmıyor bunlar yüzünden.

ÖZEL HAYATI SÜREKLİ ÇALKANTIDA OLAN

Evet başlık gayet net. Sürekli çalkantıda olan bir özel hayat. Şiş gözlerle ofise gelinir, şiş gözlerle ofisten çıkılır. Hep bir buhran hali. En favori cümlesi "yok bi şey" Sorarsın anlatmaz. Hep bir sevgilisi ile kavga etme durumları. Ofiste birden burnunu hafif hafi çekerek ağlayarak tuvalaete giden  ya da kulağında telefonla fısıl fısıl konuşan birisi varsa bu arkadaşımızdır. Tam bir dramaqueen'dir kendisi. Ne diyim Allah sonunu hayretsin. İnşallah barışırsınız kız sevgilinle...












KLİMA SAVAŞÇILARI

Yazın üşüyen, kışın da sıcaktan bayılan arkadaşlardır bunlar. Sürekli klima açılsın-kapansın, derecesi yükseltilsin, azaltılsın kavgalarının baş kahramanlarıdırlar. E haksız da sayılmazlar. Klimanın her ofiste her zaman ayarı kaçar. Adamı kışın yakar yazın dondururlar çünkü. Ofisin menopozlu ablaları da bunların baş düşmanıdır. Halbu ki tek istedikleri normal bir oda sıcaklığı. Çok şey istemiyorlar bence. Ofis devrimcilerinin bu klima savaşçılarından çıkacağını düşünüyorum. Klima ısısı için müdürle tartışan, kendi hakları için neler yapmaz di mi ama? Yaşasın devrimci klima savaşçıları...






HANGOVER'LAR (GECEDEN KALANLAR)

İç iç sabah işe dağılmış bir surat ve müthiş bir baş ağrısı ile gel. Bunların kafasına erişmek için her şeyi yaparım walla. Akşama kadar bilgisayar ekranına boş boş bakıp iş yapıyor gibi davranmaları da en büyük yetenekleridir. Her sorulan soruya biliyormuşcasına verdikleri cevapları ile ünlüdürler. Daha öğlen vakti, akşam nerede içeceğini düşünmeye başlar. Telefonlarında en az bir tane bunları içmeye götürecek erkek numarası mevcuttur. Hayat bu ablalara güzel...




"AY ÇOK İŞİM VAR" CILAR

İşte tüm ofisin antipatisini üzerlerine toplayan, sevimsiz, samimiyetsiz, mübalağa sanatının ustası "Ay Çok İşim Varcılar." "Yalaaaaaan" diye bağırmak istiyorum.  Çok işim var diye söylenmeleri, ne hikmetse içeri patron ya da müdür girince başlar. Hep çok işleri vardır ve o işler neyse artık hiç de bitmez. Ya inanır mısınız o gün öğle yemeğini bile masasında yemiştir ya da hiç yiyememiştir zavallım. Senin ben yalanını s.keyim demek istiyorum. Madem çok işin var, ortalıkta söylenip duracağına işini yapsana. Şahsen bizim de var işimiz, o kadar çok ki; söylenmeye, birine derdimizi anlatmaya vaktimiz bile yok. Senin akşama kadar whatsapp'ta dedikodu yaptığını ya da çiftliğindeki mahsullerini topladığın oyunu oynadığını bilmiyor muyuz. Ama bunlar çok kıymetlidir he, inandırırlar patronları. Hep bunların altına yardımcı alınır, hep bunların maaşına zam yapılır. Benim gibi mallar da kendini pazarlayamadığından kedinin ciğere baktığı gibi bakarlar ve bütün işleri tek başlarına üç kuruş maaşa yaparlar.













Allah hepimizi bu ofis kadınlarından korusun.
Amin


Güzel'e bakmak sevaptır!




Her şeyi yanlış anlayan ya da anlamak istediği gibi anlayan bir millet olarak tabii ki bu sözü de yanlış yorumlamış ve güzel birine oturduğumuz yerden gözlerimizi dikip bön bön bakmak olarak anlamışız. I ıh yanlış güzel kardeşim. Öyle mal gibi güzel birine bakarak sevap kazanılmıyor. Orada demek istiyor ki "Güzeller o kadar zulüm görmüş ki onları alıp bakıp korur kollarsan sevap kazanırsın". Ufak bi aydınlanma geldi di mi şöyle sol yanından. Yani boşa baktın öyle bön bön güzel kızlara. Bu kategoriden sevap kazanamadın kardeşim, hadi ilerle...

Bu konuya nereden geldin derseniz eğer, süper harika Adrina Lima güzelliğine sahip olmamama rağmen bu ofis kadınlarında çekmediğim kalmadı. Giydiğim kıyafetten saçıma, sürdüğüm ruja kadar her gün bir laf yedim müdürlerimden. Lanet olasıcalar hep de kadın. Hep de şişman, hep de mutsuz. Hepsi de bana denk geldi. Üç öğünün ikisi ve bir de ara öğün en az bir iğneleyici cümle sokmazlarsa rahat etmiyorlar. Bazen bana direkt söylemeseler de başkasına söylüyormuş gibi laf sokuyorlar.

"Yalnız mali işlerdeki Sema'yı gördünüz mü? O ne ya sürmüş kırmızı ruju dudağına sanki club'a gidiyor"

Tabii o arada bende kırmızı ruj var laf bana, ben anlıyorum ve bir daha sürmüyorum o lanet olasıca kırmızı ruju. Ama kendi olmayan üst dudağına fuşya rujunu sürebilir. Neden? Çünkü o müdür. Götümün müdürü. İş hayatının en nefret ettiğim yanı da bu. Sokakta selam vermeyeceğim, yüzüne bakmayacağım, muhatap olmayacağım insanlara katlanmak zorunda kalmak, konuşmak zorunda olmak ve bu looser'ların her türlü muamelesine eyvallah çekmek...

Neyse ben dikkat çekmeyeyim diye diye işe Kezban gibi gidip gelmeye başladım. Ne saç yapıyorum ne makyaj, hiç bir şey. Kıyafetlerimi bile özenmeden seçiyorum. Hani korkuyorum bana takarlarsa bunlar şimdi işimden olurum paraya ihtiyacım var diye. Ama farkında değilim zaten takıklar ve beni de kendilerine benzetmişler. İyice kendimden taviz vermişim. Hani lan ben karar almıştım hani güçlü olacak kendime güvenecektim. Yok gördüm ki öyle karar vermekle falan olmuyor. Gerçekten içinde olmadığında bu öz güven, dışarı da taşıyamıyorsun. Ya susup devam edeceksin. ya da kükreyip kaybedeceksin. Ben bir müddet ikisini de yapmadım. Yaşayan bir mala döndüm iş yerinde. Ama gerçek su katılmamış bir mal. Çünkü benim yaşadıklarım herkesin başına geliyordu, çünkü başka yere gidersem de aynı insanlar vardı. En azından susacak işimi yapacak ve paramı alacaktım. Bu sırada da onların istediği gibi sünepenin biri olacaktım.

Sonuçta güzelin kendine güzelim dediğinde "ukala ve kendini beğenmiş" algılandığı çirkinin ise çirkinliğini kabul ettiğinde "kendi ile barışık ve öz güvenli" olarak algılandığı bir dünyada ne yapabilirdim ki. Ben de yenildim ve bir şey yapmadım...