6 Eylül 2014 Cumartesi

Başlangıç, İstanbul'a geliş ve Olaylar Olaylar!




İstanbul'a gelişim tam olarak aynı olmasa da eski Türk filmlerindeki gibi oldu. Haydarpaşa'da elimde tek bir valizle başlamadı belki ama neden nasıl buraya geldiğimi bilmeden kelimenin tam anlamıyla bilinçsizce bir otobüs terminalinde başladı maceram.

İzmir'de üniversiteyi bitirdikten sonra iş bulamadım. Üstüne de birlikte evlenme kararı aldığımız erkek arkadaşım askere gitti. Fıstıklı baklavayla fıstıklı çikolatayı aynı anda yemeye başlayınca anladım ki depresyondayım ve bir şeyler yapmam lazım. İstanbul'da yaşayan ve okul bitmeden iş bulup buraya yerleşen arkadaşıma yanında kısa süreli kalmak ve bir müddet iş aramak için ricada bulundum. Sağ olsun beni kırmadı. Ama hala bileti aldığım ve otobüse binip İstanbul'a geldiğim günü hatırlamıyorum.  (tükettiğim aşırı şekerden olabilir)

Deli cesareti dedikleriydi benimki..
Param yok, uzun süre kalabileceğim bir yer yok, iş bulup bulamayacağım bile belli değil.

Neyse, sonuçta arkadaşımın evine ulaştım. Ne yapacağımı da bilmiyorum ha! İş başvurusundan tek anladığım CV oluşturmak onu da tam olarak nasıl oluşturulur bilmediğimden kariyer siteleri üzerinden yapıyorum falan..

Uzun lafın kısası bir ay içinde mucizevi bir şekilde bir dergide iş buldum. Üniversite mezunuyum, İngilizce biliyorum falan ama 550 TL maaş teklif ettiler.SSK falan da yok. Yani insan inanamıyor ama çaresiz kabul ettim. Bir yerden başlamam gerekiyordu hem de kendimi oyalamam lazımdı. Yanına geldiğim arkadaşım da iki erkek yaşıyorlardı. İkisi ev arkadaşı. 550 TL maaşımı duyunca sen bizle kalmaya devam et, maaş düzelince falan ayrılırsın, biraz durumunu toparla, dediler. Onlardan gördüğüm iyiliği kendi akrabalarımdan görmedim. Uzun süre kaldık birlikte aynı evde. Aile gibi olduk. Tabii erkeklerle yaşamanın zorlukları da var. Eve gelen kız sayısı astronomik. Ulan diyorum kendi kendime "her gece her gece bu kızları nereden buluyorlar?" Yemin ederim köylü safı gibiyim, daha gözüm açılmamış. Etrafımdaki her şeyi böyle şaşkınlıkla izliyorum. Bir de çok akıllı geçinirim, İstanbul'a gelip de üç beş ay tanıyıp etrafı gözlemleyince ne kadar saf olduğunu anlıyorsun. Bunları sonra anlatırım zaten...

Tabii etrafımda bir sürü olay dönerken ben iş bulduğum için moralim yerine geldi biraz da olsa. Sevgilim askerde, bir yandan da asker yolu bekliyorum. Ama sadakatin kitabını yazacağım neredeyse. Yanına gidip geliyorum falan bunun, yemin törenin falan hep yanındayım. E tabii bu kadar fedakarlık cezasız kalamazdı di mi? Bu askerden döner dönmez beni terk etti. Ama ne terk ediş. Bir mesajla 4 yıllık ilişkiyi bitiriverdi.  Ben şok içindeyim ama yiğitliğe de bok sürdürmüyorum affedersiniz. Tamam dedim hiç üstelemedim. Bahaneleri çoktan hazırdı çünkü. Ben onun yaşamak istediği şehirde değil İstanbul'da yaşamak istiyormuşum da falan da filan da... Ulan yeni mi geldi aklına demezler mi adama. Hem sen değil miydin askere giderken beni İstanbul için cesaretlendiren. gelip İstanbul'da ben de muayenehane açarım diyen. ( Dişçiydi bu, Dişçi diyorum çünkü Dişçi denmesinden nefret ediyordu. Dişçi işte Dişçi Dişçi) Velhasıl, bir kere aramadım bunu bir kere demedim sen neden böyle yaptın diye. Yani gururlandığımdan değil, diyemedim işte. Aklımda bir şey vardı hep, bir kural gibi zihnimde... Bir erkek eğer ayrılmak istiyorsa gerçekten ayrılmak istiyordur. Yani senden gerçekten vazgeçmiş demektir. O da benden vazgeçmişti. Dişçi dedik adı Dişçi kalsın madem. Dişçi de benden vazgeçmişti. Geri döndürmeye çalışsam ağlasam zırlasam ne fayda, bir kere bile olsa aklından benden ayrılmayı geçirmişti.

Dişçiyle konuşmuyorum ona renk vermiyorum ama nasıl ağlıyorum biliyor musunuz? Vücudumda su kalmadı. O kadar ağlıyorum. Salı gecesi oluyor ayrılık olayı; Çarşamba ofise gidiyorum nasıl ağlıyorsam Genel Müdür Yardımcısı vardı derginin, o görüyor, bir arkadaş yaşananları anlatıyor kadın bana üç gün izin verdi. Metroda ağlıyorum, orta yaşlı bir teyze mendil uzatıyor, kızım ne oldu birine mi bir şey oldu, biri mi öldü diyor. "Allahım" diyorum içimden "keşke ölseydi". Hemen pişman olup tövbe ediyorum. "Ölmesin" diyorum dayanamam.

Tüm bunlar olurken bir his kaplıyor içimi, daha önce çok acı kayıpları olmuş ve ölüm acısı yaşamış bir insan olarak sanki benim bu Dişçi de ölmüş gibi hissediyorum. Ama ölmedi, nasıl benzer bir acı anlatamam... Sonra aklıma geliyor. Eskilerin bir bildiği vardı elbet. Onca şiir, roman, film, şarkı boşuna yazılmamıştı aşk acısı üzerine. Ayrılık gerçekten ölümden beterdi belki de. Sonra Özdemir Asaf'ın o ünlü dizeleri geliyor aklıma...

geleceğim, bekle dedi, gitti
ben bekledim,
o da gelmedi,
ölüm gibi bir şey oldu,
ama kimse ölmedi.

Özdemir Asaf



1 yorum:

  1. https://karikaturistan.files.wordpress.com/2013/01/allah_baska_dert_vermesin-yigit-ozgur.jpg Sen oluyonda biz niye anonim olamıyoz kız

    YanıtlaSil