6 Eylül 2014 Cumartesi

Ayrılığın iki evresi; 1 Dağıtma

Eminim ki ayrılık her bünyede farklı reaksiyonlara neden oluyordur. Çocukluğumdan beri süper hareketli bir insan olduğum için ben de ayrılık sonrası sendromu aşırı sosyallik olarak vuku buldu.
Çalıştığım dergideki iş arkadaşlarımla her akşam dışarı çıkmaya her hafta sonu o bar senin bu bar benim dolaşmaya başladım. Biri soktu aklıma "çivi çiviyi söker" diye... Aklımca gezip tozacak yeni birilerini bulacak ve ayrılığı en kolay yoldan atlatacaktım. Hı hı, çünkü o kadar kolaydı. Çünkü bunu bu yüzyıla kadar kimse düşünmemiş, kimse denememiş sanki, tek akıllı bendim, ayrılık acısından bu kadar kolay kurtulacaktım. Tabii yaşımız da genç. Bir de uzun süreli ilişkiler ardından acı da verse, bir yandan da insanı hafifleten bir özgürlük hissi de getiriyor peşi sıra. Oh diyorsun özgürüm artık. Bok özgürsün, o hissettiğin özgürlük değil yalnızlık. Kendini yalnız hissettiğin için sokaktasın, o bar senin bu bar benim geziyorsun. Özgür olduğun için değil... Özgür olsan eve döndüğünde başını yastığa koyar koymaz aklına ilk eski sevgilin gelmez ve yastığı gözyaşlarına boğmazsın. 

Halbuki kendimi dinlesem belki daha çabuk anlatacaktım ama o yalancı sinsi özgürlük hissi, ayrılık acısıyla gelen aşırı sosyalleşme ve İstanbul'da yeni olmanın verdiği keşfetme hissi ile vurdum kendimi gecelere... Ama ne vurmak her gün birileriyle tanışıyorum, ertesi gün bir yemekte buluşma. Sonra adamın niyeti belli, ya eve DVD izlemeye çağırıyor ya da yine evde kahve içmeye. Direkt sevişelim dese daha çok saygı duyabilirdim belki de. Ama söz konusu Türk erkeği olunca herhangi bir konuda dürüstlük beklemek çok da gerçekçi değil. Tabii ben kaçıyorum bu DVD izleme ve evde kahve içme meraklısı  arkadaşlardan, gelsin sıradaki... Böyle böyle bilmem kaç kişiyle tanışmışımdır. Birinden de bir gram hoşlanmadım. Zaten gece gezmesinden bulunacak kişiden adam olmaz, sohbet edebilecek birlikte vakit geçirip tanıyabileceğim birileri lazım diye düşünürken o sıralar İstanbul'daki en yakın arkadaşım olan Ece'nin ablası internet buluşmalarına nasıl baktığımı sordu bana.

Tabii o zaman Siberalem, Yonja gibi siteler var. Ben çok ucuz bulduğum için ve sevgilim de olduğu için o zamana kadar bu sitelere hiç girmediğimi söyledim. Ece'nin ablası Sena bana sadece davetiye ile girilen ve gerçekten küçük ve kaliteli bir gruptan oluşan bir inernet sitesinden bahsetti. Kendisi üyeymiş. Ben de dedim "E bi deneyeyim bakayım". Mantıklı geldi sonuçta dışarı çıkmak, zaman vermek zorunda değildim. Oturduğun yerden soru sor sohbet et, cevaplar hoşuna gitmezse ele gitsin. Kulağa hoş geldi bir an için; "Tamam, ben de deneyeceğim" dedim. 

Sena siteye üye olduğu için bana bir davetiye gönderdi. Siteye üye oldum bir iki fotoğraf ekledim başladım beklemeye. Herhalde yarım saatte 50 mesaj falan düşmüştür. Sanal da olsa bu ilgi hoşuma gitmişti. Başlarda kimseye cevap vermesem de profilleri inceliyordum. Açıkçası tipe biraz önem veririm. Hele geniş omuz gördü mü dayanamam. Nasıl bir psikoljik sıkıntının habercisi bilmiyorum ama şöyle hafif yapılı geniş bir omuz gördüm mü bayılıyorum. Kitlenip kalıyorum. Güven hissi veriyor bana. Neyse bunu neden anlattım. Çünkü bana mesaj atanlardan sadece geniş omuzlulara cevap vereceğim diye bir kriter koydum kendi kendime. Hatta geniş omuzlu olan yakışıklılara. Kafamda saçma sapan bir çıkarım yapmıştım. Bütün erkekler kalp kırıyor bari yakışıklılar kırsın kalbimi de sonun da "adam çok yakışıklıydı ya,bana bakması bile mucizeydi" falan derim dedim kendi kendime. Belli ki o zamanlar kafatasımın için de sadece saman vardı ya da belki de sadece gerizekalıydım...

Siteden tanıştığım ve kriterlerime uygun çocuklarla olan ilişkimi bir level daha ileriye taşıyarak buluşmaya da başladım bunlarla. Önceden sohbet ettiğin için biraz daha ılıman bir ortam oluyordu ama sonuç yine bunlarda da ya DVD izlemeye ya da evde kahve içmeye bağlanıyordu. O kadar çok insanlar buluştum ki, artık fotoğrafa bakıp anlıyordum, kısa boylu mu uzun boylu mu? Fotoğraf çektirdiği araba onun mu, serseri mi, ana kuzusu mu? Kendimi artık internet dating uzmanı falan sayıyordum. Çok matah bir şey gibi. Tabii kendimi insan sarrafı sandığım bu günlerden birinde aynı siteden Ali ile tanıştım.

Ali dışarıdan bakıldığında çok hoş, iyi eğitim almış, hoşsohbet, iyi bir işi ve geliri olan iyi bir ailenin çocuğuydu. (tabii ki hem geniş omuzlu hem de yakışıklıydı. Bunu söylememe gerek yok sanırım) Görenler hayran tabii bu Ali'ye. Ben de çok beğendim. Görüşmeye devam ediyorum. Üçüncü görüşmeden sonra Ali bana direkt şöyle bir soru sordu. Pardon soru sormadı emir verdi diyelim biz ona. "Senin benim sevgilim olmanı istiyorum"  Ay ben şok tabii. "İstiyorum derken Ali, birbirimizi yeni tanıyoruz daha" dedim. "Sevgiliyken tanırız. Şimdi sevgili olmazsak başkalarıyla da görüşürsün, o da bana gelmez." dedi. Yani aldığım en romantik çıkma teklifi değildi tabii ki. "Bana biraz zaman ver düşüneyim" dedim. Karşılığında aldığım cevap. "Pardon ben senin benim kız arkadaşı olmanı istiyorum ve sen düşünecek misin" oldu. Allahım sanki tokat üstüne tokat yiyordum suratıma. Internet'te günlerce konuştuğum ve o ilk iki buluşmadaki mükemmel çocuk gitmiş yerine nerenin apaçisi, krosu olduğunu anlamadığım tam bir kazma gelmişti. Ne diyeceğimi bilemedim eve gitmek istediğimi söyledim ve beni eve bıraktı. Arabadan inerken bana tehditkar bir bakışla "cevabını yarın sabah bekliyorum, olumsuz olmasa iyi olur" dedi. Allah dedim aldık başımıza belayı. 

Daha eve girdim üstümü başımı değiştirdim bu ayıdan bir mesaj. Düşündün mü diye soruyor. Yani sabaha da kararım değişmeyecek bildiğim için dedim ki  buna "Yani kusura bakma benimle bu kabalıkta konuşan biriyle sevgili olamam" Ya yaptığımız muhabbete bak. Sevgililik teklif edilen ve karşılığında olumlu ya da olumsuz cevap alınan bir şey mi lan. Vize başvurusu mu yapıyorsun? Tabii cevap olumsuz olunca başladı bu beni her gün tehditlere. İstanbul'da yeniyim evde üniversiteden çocuklarla kalıyorum. Bir öğrenseler böyle Ineternet'ten buluşma yapıp başımı belaya soktum falan demedik laf bırakmazlar. E haklılar da. Adam beni eve bıraktı. Evi de biliyor. Her gün tehdit. Her gün mesaj. Hakaretleri seri halinde sıralıyor. Kapının önüne geliyor, in aşağı diye mesaj atıyor. Evde değilim diyorum apartmana girip tek tek kapıları çalarım diye tehdit ediyor.Işıkları kapıyorum. Gölgeni görüyorum içeridesin diye mesaj atıyor. Bu tehditler ve tacizler ile savaşmam bir ay aldı. Sonunda bu ayı vazgeçti. Ama ben de bittim. Yani adak kurbanı kesecektim neredeyse bu beladan kurtulmak için. 

Beladan kurtuldum ve büyük bir ders aldım. Çivi çiviyi sökmüyordu. Kim dediyse halt etmişti. Acını yaşayıp sindirmeden hiç bir şey geçmiyordu. Gece çıkmalara ara verdim, internet sitesindeki profilimi sildim. Hatalarımdan ders aldım. Karar verdim acımı yaşayacak, eski günleri yad edecek, arabesk dinleyecek, her baktığım yerde Dişçi'yi görüp ağlayacak ama sonuçta unutacaktım. Zamana bırakacaktım. Açtım arabesk bir şarkı oradan. Müslüm Baba söylüyordu. Nilüfer'di şarkının adı.  Murathan Mungan yazmıştı sözleri. Çok net ve açıktı. Diyordu ki; 

Her şeyi al
Bana beni geri ver
Bir şansım olsun
Başka yer, başka zaman
Sensiz ömrüm olsun
Her şeyi al
Bir şansım olsun



Tam o sırada telefonum çaldı. Aradan bir buçuk ay geçmişti ve arayan O'ydu...






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder